Markaların esir alıp, maskelediği bir dünyada yaşıyoruz. Markalaşan herşey bir şekilde ticari metaya dönüşüyor; Canlı, cansız fark etmeden. Markalaşmış bir eşyada kaliteyi hissetmek ve tecrübe etmek mümkünken, bir konuda güçlü bir marka değeri olmuş yada oldurulmuş bir insansa ortaya koyduğu şeylerin sorgulaması yapılmaz yada yapılan sorgulama, taraftarlarının sesleri arasında cılız kalır. Farklı durumlar da mümkün tabiki organize olmuş karşıt bir grup değerli bir şeyi itibarsızlaştırabilir de...
Diyelim ki bir şiiri, kitabı, müziği, resmi, yapıyı... Kimin yaptığını bilmesek, yada sıradan birinin ürettiğinin altına bir marka isim yazsak, anlam algısı olmayanlar için sonuç farklı olur mu?
Televizyon ekranın da hızla akan görüntüler den beynimiz o kadar keyif aldı ki saniye de 25 karenin altı beynimiz tarafından sıkıcı olarak kodlandı.
Gözlerimizi kendi zevk aracı olarak kullanan beynimiz anlam yada içeriği umursamayan ve giderek daha obez ve daha hareket bağımlısı oldu. Düşünme faaliyeti yorucu ve enerji gerektiren bir süreç olduğu, bazen can bile sıkabildiği için terk edilmesi de kolay ve mantıklıydı.
Anlam yada anlamak yavaşlama gerektirdiğinden bu süreç markaların işini kolaylaştırdı. Beğenmek için marka ismi görmek yeterliydi. Zaten fazlası için vakit yoktu. Sonraki kareye geçilmeliydi; marka ismi görmek için harcanan zaman bile beynimiz için oldukça sıkıcıydı.
Tarık Öztürk
Yorumlar
Yorum Gönder